Bin Muhteşem Güneş

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ

Khaled Hosseini

Çeviren: Püren Özgören

Everest Yayınları (2008)

Bu aralar çok satanlar listelerinden gidiyorum.
Afgan yazar Khaled Hosseini’nin Everest Yayınları’ndan çıkan iki romanı haftalardır ülkemizde ve dünyada çok satanlar listesinin en üst sıralarında yer alıyor. Kitaplar zaten ister istemez görünüşleriyle dikkat çekiyor. Yeni baskı cep boylarının şıklığını ve makul fiyatlarını da düşününce benim gibi görüntüsüne ve arka kapak yazısına tav olup satın almış bulabilirsiniz kendinizi.
Genç yazarın ülkemizde “Uçurtma Avcısı” ve “Bin Muhteşem Güneş” isimli iki eserinin de çevirisi bulunmakta. Uçurtma Avcısı’nın henüz okumadım ama kitabın benim de beğenerek takip ettiğim Amerikalı yönetmen Marc Forster’a ait çok beğenilen bir de sinema filmi mevcut.
Bin Muhteşem Güneş, anlatım tarzı olarak Ayşe Kulin’inkine çok benziyor. Ayşe Kulin’in Sevdalinka ve Nefes Nefese isimli eserlerinde olduğu gibi zorluklar ve savaş içersinde dostluk ve aşk öyküleri okuyoruz. Savaşın politik kısmı Ayşe Kulin’inki gibi yarı belgesel bir tarzda Bin Muhteşem Güneş’de de detaylarıyla işleniyor. Eser bu vaziyette olunca, kitabı kapattığınız zaman Afganistan’ın yakın dönem sıkıntıları gözünüzü korkutup, canınızı sıkarken, yaşadığınız ülkenin varlığı için bile binlerce şükür eder, geleceği için dua eder olacaksınız büyük olasılıkla.
Aslında kitabı değerlendirmekten ziyade kitabın uyandırdığı yankı boyutuna değinmek istedim. Khaled Hosseini Amerika’da yaşayan Afgan bir yazar. Hoş, akıcı ve duygusal bir kalemi olsa da dikkat çeken, değişik bir tarzı yok. Muhtemelen ülkemize ait bir yazar olsa Ayşe Kulin kadar bile ilgi çekmeyebilirdi. Ancak Amerika’nın ülkesine yaptıklarını duygusal bir dille kaleme alan biri için fazla el üstünde tutulduğu, Amerika’ca ve Avrupa’ca fazlaca bağra basılmış olduğu da aşikâr. Gördüğünüz gibi Amerika her zamanki gibi “sempatik” tavrını dağıttığı ülkelerin sanatına karşı sürdürmeye devam ediyor. Sinema, roman demeden bu ülkelerin halklarının yaptığı her şeyi kör gözüne parmağım şeklinde dürterek önümüze seriyor. Amerika’nın bunu neden yaptığını düşünmeye bile gerek yok gerçi ama en azından Irak, İran, Afganistan, Filistin gibi “Amerika’mızın” çok sevdiği ülkelerde yetişen sanatçılarımızdan haberdar oluyoruz.
Meryem ve Leyla isimli iki kadının iç içe geçen öykülerini Afganistan’ın 90lı yılların ortaları ve sonrasına eşlik eden manzaralarıyla okumak hoş vakit geçirmenizi sağlayacaktır kuşkusuz, tabi Amerika’nın parmağını gözünüzün önünden çekmeyi başarabilirseniz…

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Benimde şu an elimde uçurtma Avcısı var. Sizin de dediğiniz gibi akıcılık olmasına rağmen bir tarz yok. Konu güzel ama.