Fikirlere Dokunmak

Köyde yaşayan birçok hemcinsi gibi kader kurbanı olmadı Esma. Berdel gitmedi, kuma varmadı, başlık parasına telef olmadı. Hiç bitmesin dilediği çeşme başı kuyruklarında bulduğu sevdasının keyfini zamanı gelince tekrar çıkarmak için yüreğinin raflarına kaldırdı sadece. Kendi çocuk yaşından pek de fazlası olmayan kocası okumak için büyük şehre gidince öyle yapması gerekti. Kocası Erkan üniversitede okuduğu sürece Esma kaynanasıyla kalacak, Erkan iş bulunca da şehre onun yanına taşınacaktı. Mutluydu küçük gelin. Sayılı gün çabuk geçerdi. Erkan her hafta onlara mektup yazar, her aybaşında Esma’ya armağanlar yollar, her uzun tatilde de çıkıp gelirdi. Zaten haftaları, aybaşlarını, tatilleri kovalarken vakit nasıl geçiyor, bilemiyordu.

Erkan’ın okuduğu yıllar karışık dönemlerdi. Yetmişlerin sonları, ülkenin her insanının durduğu yeri sahiplendiği zamanlar... Durulan her yer demokrasiye çıkan bir yol başı, ya da bucağı dar bir çıkmaz sokak. Demokrasi demokrasiyi kovalıyor, insan insanı… Köyde ise hayat, radyo sesiyle bu kovalamacanın tanığı olmaktan öteye gidemiyor. Kimsenin derdi değil oralarda bu karmaşa gerçi. Anca tarla mahsulü az paraya kalkar, boğaza giren lokma kısılırsa dert olur. O günler de uzak değil. Esma küçük kaynı Cihan’ın köy kahvesinde dinlediği kadar haberdar olan bitenden… Onu tek düşündürense Erkan… Ya Erkan’a dokunursa bu karmaşa? Esma’nın okuma yazması yok. Erkan’dan gelen mektupları Cihan’dan dinliyor, defalarca okutturuyor. Küçük kayın tekrar tekrar okumaktan sıkılmasın diye yemişler, meyveler saklıyor onun için. Erkan’dan hiç kötü haber gelmiyor şükür. Okul iyi, dersler iyi. Demek ki mutlu… Kardeşlerinin, Esma’nın gözlerinden, ana babasının ellerinden öpüyor, soranlara selam ediyor.

Erkan geldi mi ev bayram yeri. Peynir tulumları açılır, ıspanaklı bazlamalar hazır edilir. Erkan konuşur, ev ahalisi dinler. Hoşgeldine gelenin ardı arkası kesilmez. İnşallah iki seneye avukat çıkacak oğlumuz, diye övünürken gözleri parlar babasının. Erkan övgüler karşısında sessiz. Yüzü güleç ama yorgun, hep yorgun… Esma merak ediyor, soruyor. Sorusunun cevabı yok belki ama konuşuyor, anlatıyor. Bütün gece susmuyor Erkan. Beklentisiz, kimseyle konuşmadığı gibi, ama Esma’nın da hiç anlamadığı gibi konuşuyor. Bir de Esma’yı bunları anlatmasın diye tembihliyor sıkı sıkı. Esma’yla baş başa kalışları hep akşamları… O gelesiye günler hemencecik geçiyor, ama Erkan geldi mi kısacık günün akşam saatleri gelmiyor bir türlü. Onu dinlemek çok güzel… Anlamış, anlamamış hiç önemi yok. Dinlemek öyle güzel ki… Bir gece bir gazete çıkarıyor Erkan çantasından. Bir sayfasını açıp Esma’ya gösteriyor: “Bak Esma,” diyor. “Bu anlattıklarım var ya sana. Hepsini bu gazeteye de yazıyorum ben. Bir sürü insan okuyor bunları. Ama kimseye deme olur mu?”

“Sen öyle istiyorsan demem de, niye demeyelim, ne güzel şey bu.”

“Şimdi dersek anlamazlar. Bir gün anlayacaklar ama o zaman bu zaman değil.”

“Ben de çok anlamıyorum ama…”

“Sen dinliyorsun ya beni, o bana yeter. Onlar beni dinlemezler bile Esma’m.”

Esma yanakları al al gülümsüyor. Kafası karışık. Okumuş adamların yazdığı gazeteler bunlar. Okuması olan pek ala anlar Erkan’ı. Neden istemiyor peki, neden kimseye anlatmıyor? Ama olsun, Esma biliyor. Bir o okumuş adamlar biliyor, bir de Esma. Koca köyde Erkan’ın anlattıklarını tek bilen Esma. Esma bu güven karşısında öyle minnetli ki kocasına karşı, gerekse ömür boyu susar.

“Bana da gönder bu gazetelerden. Her ay gönder olmaz mı?”

“Ne yapacaksın? Kimsenin okumaması gerek bunları.”
“Saklarım. Erkan’ım yazdı diye saklarım. Kimseye okutmam merak etme.”

Erkan minnetini hissederek bakıyor karısına.

“Olur, göndermeye çalışırım,” diyor. “Yaza sana okuma yazma öğreteceğim Esma. O zaman yazdıklarımı da bir bir okursun.”

Sonra Erkan gidiyor. Her gidişinin ardından olduğu gibi Esma her hafta mektupların, her ay armağanların içinden çıkacak gazetelerin yolunu gözlüyor. Gazetelerin en son gelen yenisini bir dahaki gelene kadar fistanının içinde saklıyor. Geceleri gazetenin sayfalarını açıyor, Erkan’ın yazdığı satırlara teker teker dokunuyor, onun için dualar edip öyle uyuyor. Ne anlatıyor bu satırlar? Ne anlatıyorsa anlatıyor, umuru da değil. Zaten anlamak da istemiyor. Erkan söylüyor, Esma biliyor ya ona yeter. Erkan’dan duyduğu cümleler hatırına geldikçe gülümsüyor. Okuyamıyor, anlayamıyor belki ama dokunuyor. Erkan’ın söylediği, düşündüğü her şeye dokunuyor. Hediye paketine konmuş bir fistanlık kumaş arasında gazete. Erkan’ın fikirleri…Bir yelek ve Erkan’ın söyledikleri… Bir dikiş kutusu ve hayaller... Erkan işte burada, bu satırlarda…Her hafta, havadan sudan, okuldan bahseden mektuplar gelmeyi sürdürüyor. Her ay güzel bir hediyeyle, bir gazete Esma’nın önce yüreğini sonra, sandığını süslüyor. Günler heyecan içinde geçmeye devam ediyor… Mutluluk çiçeği bu tez söner. Esma Erkan’ını saklamaya çalıştıkça aksilik bu ya, bir gün çay ikramı sırasında Erkan’dan gelen son gazete fistanının içinden kurtulup kayınbabasının tam da önüne düşüveriyor.

“Bu ne kız, gelin?” diye soruyor kayınbabası.

"Nerden buldun bunu?”

“Hiç baba, elbise mecmuası işte Sultan verdiydi.”

Baba inanmaz gözlerle bakıyor ona:

“Çocuk mu kandırıyon kız. Bu hiç de öyle mecmuaya benzemiyor. Gel Cihan, oku bakalım şurada ne yazıyor.”

“Yok, baba vallahi öyle…”

 
Esma ne yapacağını şaşırıyor. Gazeteyi çekip alamıyor. Susup kalıyor. Gerginlikten kıpkırmızı oluyor, soğuk terler dökmeye başlıyor. Gazeteye bakıyor. Erkan’ın yazdığı sayfayı katlayıp öne getirmiş yazık. Gözleri kararıyor birden. Cihan çocuktan ince sesiyle hiç bilmediği kelimeleri diline dolaştırarak okumaya başlıyor. Esma duymuyor, duymak istemiyor, kulakları uğuldamaya başlıyor. Sadece yazının son kısımlarını çınlıyor kulağında:

“…Bedeli ve sonuçları ne olursa olsun haklarımızı, emeğimizi, alın terimizi savunmaktan vazgeçmeyeceğiz, devrime meşale olan devrimcilerin yolundan yürüyeceğiz, demokratik bir ülke için mücadeleye devam edeceğiz. Gözaltına alınan yoldaşlarımız, gazetemiz yazarlarından Ahmet Durumcu, Erkan Dağyutan ve İsmail Karabucak’ın bırakılmasını istiyoruz. Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar, bizi yıldıramaz! Gözaltılar serbest bırakılsın! Yaşasın devrimci mücadelemiz!"

“Koş Bey gelin fenalaştı. “ diyor kaynanası. Esma dış kapının sertçe örtüldüğünü duyuyor. Cihan: Ana biz muhtara gidiyoruz, diye sesleniyor. Kaynanası: “Gebe misin kız yoksa.” diye soruyor…Zaman oracıkta birden duruyor.

Erkan gitmişti işte. Düşündüğü her şeyle, Esma’sının bilmekle gizliden gizliye övündüğü her şeyle gözaltındaydı şimdi. Esma işte bunu bilmiyordu, bilemiyordu. Onun fistanının içine hapsettiği her şeyi şimdi parmaklıklar hapsediyordu. Kâinat boşluğunda uçuşan sayısız fikirlerden birkaçı önce bir başa, sonra bir gazeteye, sonra sadece sevmeyi anlayan bir yürekte fistanların ardına, sonra da parmaklıklar ardına saklı… Ne yapardı bunlar, kime ne yapardı? Esma bütün bu sakladıklarına anlam veremiyor ve Erkan bunları bütün köylüden gizliyorken, bu tozlu fikir bulutu kime yarardı? Esma anlayamıyordu. Hepsi bir yana artık, Erkan’ın düşündüğü hiçbir şeye dokunamıyordu. Bundan böyle fikirlere dokunamayacaktı.

Berfin Bahar Aylık Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi - Haziran 2008 - 124. Sayı

Yorumlar