Ölüm, Sanat ve Camus

Varoluşçu edebiyat akımı, Nietzsche’ yi okuduğumdan bu yana hep ilgimi çekmiştir. Belki bir Fransız dili ve edebiyatı öğrencisi olduğumdan, belki de sadece yazarın kendi varlığından, gönlümün varoluşçu tahtına oturan yazar ise Albert Camus olmuştur. Hayatın anlamı ve kişinin bu hayat içindeki değerini sorgulayan egzistansiyalist akım genelde karamsar başkaldırısıyla ünlü olduğundan pek sempatik bulunmaz. Ama iyimser umutlar barındıran her türlü başkaldırı cesaret kırıcı olmaya mahkûm değil midir?

Albert Camus’nun varoluşçuluğuyla edindiği başkaldırı tarzı ise Sisifos Söyleni isimli eserinde de dile getirdiği şekilde tamamen ölüm üstüne kuruludur. Camus eserinin giriş kısmında şöyle der: “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.”

Öyleyse bu sorunun yanıtı hayatın uyumsuzluklarında gizlidir. Yeryüzündeki tek gerçek bütün varlıklar katındaki kaygıdır. Bu kaygı da insanı ölüm sorgulamalarına götürür. Soren Kierkgaard’la adı anılan ve varoluşçuluğun temel sorunlarından doğan “absürdizm” akımının sınırlarının Camus’yle birlikte belirlenmesiyle beraber intihar sorunsalı da “benim kendi içimde” anlamını bulur.

Camus’ye göre yaşam anlamsız olanı yaşatmaktır. Anlamsızlık düşüncesinden kurtulmak içinse iki yol görünür. Biri intihar, öbürü başkaldırmadır. Camus intiharı reddeder. İnsan bu anlamsızlık dünyasına ancak yaşayarak bir anlam getirebilir. Her şeyi oluruna bırakmak mümkün değildir. Savunulmaya değer bir kısım daima vardır. Yaşamın anlamsızlığını ve kendi umutsuz durumunu anladıkça, insan kendini özgür ve benimsenmiş kurallardan uzak hisseder. İnsan yaşamında her şey bağımsızdır. Ama insan, yaşamına ve hareketlerine, insanlığa yararlı olacak şekilde yön vermelidir.

İntihar insan olmanın onurunu taşıyamayacak bir olgudur. İnsanın varoluşunun sebebi yaşamda gizliyse eğer insan yaşamak zorundadır. İntiharı seçmek ancak bahsi geçen “başkaldırıdan” kaçmak olur. Oysa ölüm seçişiyle değil bekleyişiyle, anlamı değil bilinmezliğiyle ihtişamlı değil midir?

Felsefe ve sanat büyüsünü ve görkemini ölümün bilinmezliğiyle koruyacaktır. Belki Romain Gary’nin “-mış gibi” oyunlarıyla, belki Camus’nun absürdizmiyle, belki Franz Kafka’nın sembolleriyle bize anlam taşıyacak, sadece varlığıyla bize anlamlar aratacak, sanatsal görkemini bilinmezliğiyle sürdürecektir.

Anlamlar aradıkça bitmeyecek olanın hayat olması gibi, ölüm oldukça ölmeyecek olan da sanattır. Sanat da bütün çekiciliğiyle bir başkaldırı kılıcı olabilirse… Yaşam sanat için bile yaşanmaya değmez mi? Öyleyse iyi ki varsın ölüm… Sen olmasan ne Camus olurdu, ne Gary, ne Nietzsche ne de Kafka…

Kaynakça:
Albert Camus – Sisifos Söyleni (Can Yayınları)
Prof. Dr. Cemil Göker – Fransa’da Edebiyat Akımları (Ankara Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Basımevi)
http://tr.wikipedia.org/

Yorumlar