Maraz

Dün üniversitedeyken kullandığım eski defterleri karıştırıyordum. Birinin arasında birbirine zımbalanmış eski birkaç fotokopi sayfası buldum. Sararmış, okunmaktan aşınmış, satır satır çizilmiş, güzel bir öyküye aitti sayfalar. Bir zamanlar bu öyküyü her yere yanımda taşıdığımı ve her fırsatta okuyup ağladığımı hatırladım.

Öykünün ismi: “Maraz”. Yazarı: “Emre Daşar”. Öykü 2005 yılında Kül Öykü isimli derginin dördüncü sayısında yayınlanmış.

İlk bakışta Erdal Öz’ün “Odalarda” isimli romanını hatırlatıyor üslubu. Onun gibi “sana” yazılmış cümlelerle başlıyor. Yazarıyla konuşuyor, okuyucusundan ziyade yazarına anlatıyor. Yazarın aynaya baktığı, kendiyle hesaplaştığı bir öykü dinliyoruz öykünün kendinden. Edebi tahliller yapacak kadar yetkin değilim. Bu yüzden öyküyü edebi anlamda değerlendiremeyeceğim. Ama o yetkinliğe sahip olsaydım da bu öyküye dilimi sürmezdim. Büyüsünü bozmazdım.

“Kendime bir hayat kurmaktansa başkalarınınkinin içini boyamak daha yakınımda oldu,” dediği satırın altını defalarca çizerken , “Bu yüzden yazar oldum ben, kendi hayatıma dokunamayınca başkalarınınkiyle oynayarak üzerimdeki elektriği attım,” dediğinde yazar olmanın bendeki anlamını sorgularken, “Öğrendiklerimle var olabileceğimi sanıyordum. Her öğrenmenin eksilte eksilte sileceğini henüz bilmiyordum,” dediğinde öğrenmenin bize yüklediği sorumluluğu düşünürken, “Hayat kendini bütün kitaplara dağıtıp, paylaştırmıştı,” derken onunla birlikte aradığım ipuçlarına takılıp düşmelerimin ardından döktüğüm gözyaşlarının büyüsünü bozmazdım.

Niye yıllar beni büyütürken, üzerime yığdıklarıyla belimi büküyor? Ne kadar daha yapacak bunu, yüzüm yere değene dek yüklediklerini taşımakla gurur mu duyacağım hala? Yoksa unutmak isteyerek, deve kuşu gibi başımı o toprağa mı gömeceğim? Neyi saklayacağım böyle, neden saklanacağım? En yakınımızdakiler gerçekten en uzağımızdakiler mi? Onlar mı saklandıklarımız?

Söylemek istediklerimi kendimden başka kimseye söyleyememenin marazı ne zaman elden ayaktan düşürecek beni? Ölecek miyim bu marazla, bilebilir miyim? Kendinle ilgili her şeyde, kendine söyleyip de başkalarına söyleyemediğin her şeyde hayatı suçladığında bu kolaycılık olmaz mı gerçekten? Gerçekten “hiçbir şey” mi olur bu?

Emre Daşar’ın aynasında kendi yüzümü görmenin dehşetiyle her gün baktım o öyküye. Yüzündeki sivilcenin iyileşmesini gözlemek isteyen biri gibi her gün baktım. Altını çizdiğim satırları defalarca okuyarak sivilcenin kabuğunu kanırttım. İyileşmesine engel oldum. Uzun zaman öylece durdu izi.

Sonra unuttum.

Dün yine hatırladım. İz orada duruyormuş baktığımı görmeyi unutsam da. Bütün gün aklımda o görüntü, zihnimde o satırlar…

“Kendi gerçeklerinden birini karşısına alan kişi kolay kolay yalancı olamaz.” demiş bize öykümüz Sayın Daşar. Şimdi kendimize nasıl yalan söyleyeceğiz, bu maraza olan sevgimiz…

Neyse…

Yorumlar

destinayılmaz dedi ki…
bu yazıyı çok beğendim diğerlerinide sevmiştim ama bu bir başka güzel hatta bende öykünün internette yayınlanan bi kısmını okudum tebrikler canım