Patrick Süskind - Güvercin

Bakıyorum da bu ay blog yazarı olarak birinci yılımı doldurmuşum. Verdiğim sözü tutamasam da bana süreli yayın abonesi gibi davranmayan bütün takipçilerime çok teşekkür ederim.
Uzun zamandır aklımda olup da bir türlü yazmaya fırsat bulamadığım bir konu var. Yakın zamanda başıma gelen bir hadiseden bahsedeceğim.
Hani okumayı sevenlerin keşke bunu ben yazsaydım dediği öyküler veya romanlar vardır. Mesela hayalinde bir çocuk kitabı yazmak olan ben, Cornelia Funke, Enid Blyton, J.K. Rowling gibi çocuk edebiyatı yazarlarını uzunca bir süre hayranlıkla ve hasetle okudum. Bir de Patrick Süskind’in “Güvercin” isimli öyküsünü… Öykü yazarın “Koku” isimli romanından sonra eleştirmenler ve okurlarca ağır eleştiriler aldıysa da yazarın okuduğum eserleri içinde beni en çok etkileyen bu uzun öykü oldu. Tamamen tesadüfler üzerine kurulu öykü, monoton bir yaşamın nasıl değişebileceğiyle ilgili okuyucuya farklı bir boyut sunuyor. Tesadüfler üzerine kurulu her şeye çok meraklı olan beni de, haliyle ayrı bir cezbediyor.
Öyküde kısaca, bir çatı katında, tek düze bir yaşam süren banka bekçisi Johnatan Noel’in evine giren güvercinin onun bütün hayatını alt üst edişi ve bekçinin yaşadıkları anlatılıyor.
Noel’in psikoz boyutlarına varan rahatsızlığı kadar olmasa da bir güve kelebeği de benim bir haftalık yaşamımı zehir etmeyi başardı. Kocaman kahve ve turuncu renklerde güzel bir güve kelebeği odama girdi ama ben onu bir türlü yakalayıp çıkaramadım. Gece kör uçuş yaptıkları için sürekli yüzüme konuyordu ve ben uyku sersemi ne olduğunu anlayamadığım için tepinerek uyanıyordum. Yüzüme konmaya çalışmadığı zamanlarda ise oraya buraya girerek ses çıkartıyordu ve ben onu yakalamak için gecelerce ışığı açıp oturdum. Uyku düzeni denen bir şey kalmayınca sinirlerim bozuldu. Ama gece inatla yüzüme konan kelebeği bir türlü yakalamayı başaramadım. Başka odalara gidip uyumayı denedim olmadı. İşin garibi gündüzleri de bir türlü bulamıyordum onu. Ve evde asosyalleşme yolunda ilerleyen bendeniz kelebekle resmen psikolojik bir savaş vermeye başladım. Onu gördüğüm yerde yakalamak yerine dik dik bakıyordum. O arada Patrick Suskind’in kitabını tekrar okudum. Güvercinin Noel’e yaptıklarını hatırlayınca tekrar dehşete düştüm ve kelebekle soğuk savaşımı bırakıp sıcak bir açmaya karar verdim. Ama kurtuldu, annem onu yakalayıp atınca ikimizin kabusu da sona erdi.
Bu size tuhaf gelmiş olabilir ama öyküyü okursanız ne demek istediğimi anlayacaksınız. İnsan toplumsal yaşamdan uzaklaştıkça paronayaklaşmaya ve kaygılarını çok farklı yönlendirmeye başlayabiliyor. Bir kelebek, bir güvercin, aklınıza gelmeyecek herhangi bir nesne düşüncelerinizi bambaşka bir boyuta taşıyabiliyor. Kendinizi sorgulamanıza, hatta sorgulama nedenlerinizi değiştirmenize yol açabiliyor. Eseri bu anlamda değerlendirerek okursanız farklı bir bakış açısı yakalamanız mümkün. Tabi kendi paronayalarınızı anlamlandırmaya ihtiyacınız varsa.
İyi okumalar…

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Kesinlikle bende okurkun çok büyük bir keyif almıştım Güvercini okurken. Sizin için ayrı bir yeri olmalı o zaman bu kitabın. Neredeyse aynı psikolojiyi yaşamışsınız.