Eskiyen kasetler her defasında aynı merakla ortasından kırılır, makaralarından çekilen bantlar sonu hiç gelmeyecekmiş gibi çözülür, çözülür, çözülür…
Defalarca, defalarca her defasında değişen beğeniye eşlik edilen üst üste kayıtlarla, netlikten uzaklaşmış, belirgin seslerinden sıyrılmış… Ama hep üstünde, her şey kayıtlı…
Cümlelerden çözüle çözüle dolaşmakta bütün harfler…
Nasıl yetecek anlatmaya bunca dolaşık harf?
Reklam panoları, etiketler, tabelalar, araba plakaları, ilaç kutuları, alt yazılar, gazeteler, kitaplar; üstünde harflerin olduğu ne varsa sokakta oynamasından imtina edilen değimsiz bedeninin içine saklanmış ruhunun hizmetinde…
Bilmediği bir yerin açlığını doyurmaya çalışırcasına hizmetinde… Zaman mefhumu olan ne varsa hayatında “o kadar” üstelik.
Kelimeler hiç “o kadar” olmaz…
En basit cümle bile “o kadar” basit değil. Yıllarca anlamlarla doldurulmuş o kadar kelime… Hiçbir şey söylendiği kadar basit gelmiyor. Hiçbir kelime anladığı kadarın çokluğuna yetmiyor… O kadar içinden çıkılmaz, o kadar yorucu…
O arapsaçının içinde bir de seslere tahammül edemez…
Hep bir şey söylemek için en çok bir mat hamlesi kadar zamanı olmalı…
Anlamak için en az bir kum saatinin boşalması kadar…
“Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya” (Gülten Akın)
Durup ince şeyleri anlamaya” (Gülten Akın)
Kısa cümleler kuruyorsun…
Kısa cümleler, öğeleri devrilmiş, yanlış yerlerde yanlış soru kelimeleri.
Çenesi kalemi kadar kuvvetli değildir, üç defa…
Bildiğini anlatamaz iki defa…
Konuşmasın…
En çoğundan bir defa…
Yazmazsan anlamam, yazmazsan anlamıyorum…
Anlaşamıyoruz…
Yazarsa acıtır, söylerse dokunmaz. Ya çok ya az… Hepsine yetmeyense hep zaman…
Yazmasın, konuşmasın, sussun…
Müsadeyle...
Yorumlar
okurken aklıma gelen bir şeyin linkini verme istedim bir de,
http://www.sibeloral.com/www/yazilar_ayrinti.asp?id=51
sevgiyle.
çok teşekkür ederim.
kitabın ismi Kalp Zamanı. Turkuvaz Kitap etiketi ve İlknur Özdemir çevirisiyle.
şimdiden iyi okumalar.