Sevgili Günlük,


Say ki bir proje kapsamında gidip görmen gereken Lyon için, kendini beğenmiş, sevimsiz, ön yargılı her şeyden önce ırkçı bir Fransız’dan davet talep etmen gerekiyor. Mümkün olduğunca sevimli bir şekilde kırıtarak yazdığın davet talebine gelen cevap başından aşağı dökülen ayrımcılık kokulu bir kaynar suya dönüşürse ne yaparsın?

Sayın Bağyan dedi sana üstelik, üstelik ismini de… Her neyse, ne diyordum?

A-) Uluslararası iletişim dili, resmiyet vs. dinlemeden o Fransız’a Fransız dilinde bildiğin hakaret içerikli ne kadar cümle varsa saydırırsın. 

B-) Hala sinirlenmediğini iddia ederek kızgın dumanlar çıkarırken beş senelik üniversite hayatına sırf onun yüzünden küfürler eder, sonra kendini kınar bir Fransız için bütün Fransızları yakmanın âlemi olmadığını düşünürsün. Mazi mazide kaldı dersin, boşver dersin, bir kahve yapar, bir sigara yakar kendini sakinleştirirsin. O pis Fransız’a de ki, diyenlerin gazına gelmemek için kulaklarını tıkarsın.  Ben öyle olmayacağım der, sağ yanağına yediğin şamara sol yanağını çevirerek karşılık verir, hala “nezaketle” inceden giydirmekten, duyarlılıkla anlamasını ummaktan, üstelik bunu ne onun ne de senin ana dilinde yapamayacağın halde, kendini; thanks for your kind… 

Cevap B. Sonra ne olur? Gecenin tam üçündesin, dertlerin en gücündesin, sana ne diyecek diye merak eylersin, belki, belki, belki diye insaniyet namına umutlanır… Ve o da sana herkes gibi hiçbir şey söylemeden karşılık verir en sonunda, ta o gecenin… Tamam, vermez yani.

Nezaket gereksiz bir şey değil sevgili günlük, vazgeçtim. Nezaketin gereksiz olduğunu savunanlar, nezaket karşısında gerçekten söyleyecek bir şey bulmaya çalışmayacak kadar bişey olanların uydurmasıdır. Gereksiz nezaketi, nezaketin gereksizliğine devşirip başka bir yerinden anlamış olanların savunması bu. Demek ki o zaman bu devşirme benim de işime gelmiş. Ah insan, ah insan sevgili…

Tamam, gereksiz. Evet, zaten karşılığında bir "hiç" alıyorsan iyice gereksiz. Fransız erkekleri için söylediğim ne varsa unut yine de bugünlük. Sonra hatırlarsın. Tamam, bu mevzuyu da unutalım gitsin.

Ben ne iş yapıyorum biliyor musun? Ben arzuhalciyim.


Bu metinde yazılan her şey büsbütün doğrudur ama siz yine de külliyen üç yalanı bulun. Doğru derlerse yalan, yalan derlerse doğru diyebilmek adına kaynak belirtin, referans verin işini bahşedersen bir kâtibeye nolur biliyor musun? Bu olur. Resmiyet içermekten kendi arzuhalini bile… 

Ah sen biliyor musun ki ben sana yazmayı ne çok özlüyorum ve her geçen gün, sana yazmadıkça her geçen gün bir makam arabasına dönüşüyorum. Ehliyetim yok, almayacağım, arabaları da sevmem. Ama galiba ben bir makam arabası olacağım. 

Moleskine ve Arwey defterleri bilir misin? Ben senin için doldurma niyetiyle bir Arwey aldım kendime.  Sonra bir sayfa için dört sayfa yırttım. Ben defterleri çok severim. Yazamam, ne zaman yazsam beğenmem, beğenmediğim yeri yırtarım, onu yırtarken başka bir yeri de yırtarım, güzelim defteri yıpratırım. O artık güzelim bir defter olmaz ama o hep benim güzel defterim olur. Ama o kendinin artık yıpratılmış bir defter olduğunu bildikten sonra, hey gidinin… Yırtmayın defterleri…

Çocukken en sevdiğim bilmeceydi bu, kimse de cevabını bilemezdi.

Her şey onun altından geçer. Bu nedir?
Cevap: Kalem

Bir kalem bir defteri unutur da hadi, bir defter bir kalemi unutur mu hiç…

Yorumlar

mesed hanım. dedi ki…
sanki bir kitabı okuyorum.

kalemine saygılar :)
İrem Nas dedi ki…
Ah Luna. :)