İnsan ruhu engin bir denizdir
diye bir halt tanıdılar. İçemeyiz bu deniz çok kabuklu diyen bir zat tanıdılar.
Bir akşamın üstünde buluşmak için sözleştiler. Denizden adamın annesi, kadının
babası çıktı; oturup yediler. Sonra da gidip kustular.
Anımsamaya durdular, unutmaya
koydular. İçtiler de içtiler… Her şey onların altından geçti. Her şey yürüyüp
gittiler.
Annesinin kirpiklerine sıkışmış
babasını, dinlediğini bilmediği şarkıları, çocukluk kedilerini, plajda çıplak yürümekten
korkan ayaklarını, birilerine benzettiği yüzleri, hüzünlü Molly Malone’un neşeli
şarkısını, üç kere çevrilen kapı kilitlerini… Kapalı, kapalı, kapalı… Pıt, pıt,
pıt…
Bütün kitaplar yürüyüp yürüyüp
gittiler.
Sonra bir martı simidini düşürdü;
bir köz parçası avucunda üşürdü. Bizim sokağımızda yürüyen martılar var.
Artılar var, eksiler var, aksiler var, seksiler var. Bir keresinde bir martı
Seco’nun ağzından simidini kapmıştı. Martı küfür etmişti. Kadın közü avucunda
sıktı. Adam ağladı, kadın baktı.
Sevdiğini sevdiğine vardırmamış
annesi. Annesi o adamla, bu kadın çok ağlamış. Ağlamasınlar annesi, onlara bal
gelir bu büberin acısı.
Seve ben senin dillerini seve diye
bir türkü hatırlamışlar. Hani ektiğin saksıda büberin kırmızı oldu mu? Yiyeyim
desem acıma canım bana, dalları doldu mu?
Çenesine sapan taşı değesice
derdi anneannem. Dillerini arı soksun derdi babannem. İnsan sevdiğine böyle
eder mi?
Bazen deniz kıyısında esinti
olmaz. Islanmayalım diye sandalyelerimizi kucaklar, dalga kıranlardan
uzaklaşırız.
Uzaklaşırız çünkü dalga kıranlar dalgaları
kırmaz. Şehirleri sulara kırdırır. İnsanlar denize bakar bakar, bu savaşa
ağlarlar. İnsanlar bilmez bilmez ağlarlar bazen.
Gönlünü alayım, nerelere koyayım?
Islanmasın, bak şuraya koydum. Üstünü örteyim mi? Kapatayım mı ışığı? Bekleyim
mi uyuyana kadar?
O zaman şimdi gidelim biz; sonra
belki yine geliriz.
Yorumlar