(Bu iki fotoğrafı bir gece yolculuğu sırasında feribottan denize sarkarak çektim.
Bu gördüklerin ayın denize benim için çizdikleri. 13 numaraları otobüs
koltuğunun yan koltuğunda seyahat ediyordum, ayın 13’üydü. Bu fotoğrafları çektikten hemen sonra elimde karton kahve
bardağıyla bir kamyonun önüne kapaklanmak dışında başıma uğursuz bir şey
gelmedi.)
Cesaria Evora da gitmiş… Ben bu şarkıyı çok sever, hep yollarda dinlerdim.
Hayatın boyunca zihninle baş başa kalabileceğin en önemli yerlerden biri de
gece yolculuklarında kısık ışıklı gözlerle, yılan gibi sürünen, o toplu taşıma
aracının sindirim sistemidir. Koca bir kalabalığın içinde yapyalnız olduğunu
anlatan en önemli yerlerden biridir orası. O koltuklar, o yol, o kalabalık; enzim gibidir…
Zihnini parçalar, sonra sindirir… Sonra her nereye, her nasıl gidersen git, hep
o sistemin ardında bir şey gibi bırakıldığını anlarsın… Bir şeyler bıraktığını sanırsın
ya da… Dışkı gibi anımsamalar… Bazen rahatlatıcı, bazen sıkıştırıcı, bazen…
Gece yolculukları bu işe yarar…
Bazen yanına biri oturur. O biri önce mutlaka o yolculuğun en önemsiz
sorusunu sorar. “Nereye gidiyorsunuz?” Sonra ne işle meşgul olduğunu… Ona çok
anlamsız şeyleri anlamlı yapma mühendisiyim, bağımlı değişken doktoruyum, bu şoför
ve muavin benim saz arkadaşlarım, şimdi birlikte tuvalet taksimi çalacağız, gibi
şeyler söylemek isterim. Çalan kapıları kim o diye karşılayanlara kilimci
dediğim gibi. Ama aklından geçenleri söylersen onun hikâyesini duyamazsın.
Aklından geçenleri söylersen kimsenin hikâyesini duyamazsın. Duymak istedikleri
şeyleri söylersen onlar da sana duyduğunda ne yapacağını bilmediğin şeyler söyleyebilirler. Zihnin bir çöplükse, bir gün lazım olur, diye saklayabilirsin. Nitekim bugün lazım oldu.
Bu hikâye bu kadar… Çocukken herkesinkinden önce bitmesin diye azar azar
tükettiğimiz gofretler gibi bazı hikâyelerimiz… Bazıları sen gibi...
Dışarıda çok kuvvetli bir rüzgâr var. Rüzgârın ardından yağmur yağar… Bugün
aklımda bahar yağmurlarından sonra çayırlarda biten mantarlar vardı aslında.
Şimdi o yağmurlu havadan sonra bana sorsan ki bu çayırdaki hangi yabani mantarlar
yenir, bilirim. Kanatlarını çok açandan, bir de top top olandan uzak
duracaksın. Yine de işin içinde yabani mantarlar varsa, bunun ucunda öleyazmak
var. Çocukken bilemezsin hangi mantarın kanatları çok açık… Hem onların
cazibesi ayrı, hem çocuklara öleyazmak uğramaz… Annem bana inanmıştı, çayırdan
topladığım mantarlardan börek yapmıştı. Hiç öleyazmadık… Ama büyüyünce korkar
oldum çayırlarda biten yabani mantarlardan. Şimdi bildiğimi de bilemem.
İşte bunlar da o mantarlar, belki bakmak istersin.
Sonra başka hikayelerin yüzleri vardı… Yüzleri unutmaktan hep çok korkarım,
korktukça hep unuturum… Lazım olur, bulamam...
Beni kafamın içinde yalnız başıma bırakmıyorsun diye sen, ne çok sevinip,
severim ben.
Ama dört başı mamur cümleler vardı aklımda sana, saçıldı gitti…
Çok hüzünlü bir şey söyleyeyim mi? Dört başı mamur cümleler olur aklında,
saçılır gider…
Çok neşeli bir şey söyleyeyim mi? Belki ayağına takılır o saçmalar... Bakar, gülümsersin.
Ben bunları yazarken, bu şarkı çalıyordu.
Yorumlar
fotoğrafı büyütmek ayrı bir huzur, güvence ve tekinsizlik sundu aynı zamanda da :)
sevgilerle.