1999
depreminde epeyce hasar görmüş bir mahallenin okulunun öğrencileriydik. O
zamanki yaşımızın üstüne bir o kadar yıl daha eklendikten sonra bir araya
gelebildik. Muş’ta sınıf öğretmeni olan ve çoğumuzun depremde öldüğünü
sandığımız bir sınıf arkadaşımızın çabalarıyla üstelik. Uzun zaman süren
gayretler sonucu otuz yedi kişinin depremde kaybettiğimiz üçü ve nerede
olduklarını bulamadığımız dördü hariç hemen hepsine ulaşmayı başarmıştık.
Ortak
felaketleri yaşayan insanların neden bu kadar kenetlenmiş olabildikleri
hakkında söylenecek ne var bilmiyorum. Sonra çocukluk anılarının keskinliğine… Belki
tanık olmuşsunuzdur.
Enkaz
altından çıkarılmış fotoğraflar, katlanmış, saklanmış, notlar, kimin elinde ne
vardıysa masaya serildi o gün.
Kimi
şehri terk edip gitmişti, kimi gidememişti, evler, aileler, dostlar
kaybedilmişti… Bin bir özenle hiçbir
konuşma o üç arkadaşımızdan öteye, o geceye götürülmedi. Böyle özenler
göstermek benim için zor olmuyor. Hiçbir şey olmamış gibi yapabilirim.
Kaybettiğimiz
arkadaşlarımızdan biri… Hayatta kalan iki kardeşinden ablasına en çok benzeyeni
bize bir sürpriz yaptı. Ablasının sesinden dinlediğimiz türküyü kendi sesiyle
söyleyip bize yolladı.
Sesini
dinlediğiniz, çiçeği burnunda müzik öğretmeni Ülküm Özge, enkazdan çıktığında
küçücük bir çocuktu. Biz de pek büyük sayılmazdık. Şimdi buradan epeyce uzak
bir şehirde ablasına dair tanıdığı herkese sahip çıkmaya çalışıyor.
Ne
yapmalıyız bilmiyorum, çoğu zaman söyleyebilecek bir şeyim olmuyor. Olsa bile
en gereksiz olanları söylüyorum. Ya da bir şey söylemiyorum. Zihnimde netliğini
koruyan pek az şey kaldı o günlere dair.
Niye
o günü unutmaya çalışmak yerine inatla hatırlamaya uğraştığımızı anlamıyorum. Koca
bir drama, onun dram olduğunu bilerek davranmanın anlamını pek kavrayamayacağım
sanırım. Bu videodaki görüntüleri kayıtsız gözlerle izlememe bir açıklama bile
aramadım.
Video’yu
Muş’taki arkadaşımız Pınar yapmış. Son karedeki sınıf fotoğrafında görünen
müzik öğretmenimiz de o akşam bizimleydi. Ülküm Özge’nin ablası Semanur’a bu
türküyü koroda o söyletmişti.
Sadece
bu kalabalık, bu hatırlama çabası gözlerimi dolduruyor. Anılara böyle sarılmak…
Böyle videolar yapacak kadar, ele yüze bulaştıracak kadar avuçta sıkmak bir
şeyleri… Ülküm Özge’nin büyümesi, böyle gedikli sahiplenmeler ve bir şekilde
yaşıyor olmak… Film şeritlerinin bu yerlerde kopmaları gerekiyor. Kopmadığında, kapının önüne gelen kedi
yavrularını komşulara çaktırmadan besler gibi dram büyütmek…
Tamam,
unutmadım, hiçbir şeyi unutmam ben. Anlamadığıma inanın, öyle inanın…
Kediler
gelmesin.
Yorumlar
"Niye o günü unutmaya çalışmak yerine inatla hatırlamaya uğraştığımızı anlamıyorum." da kaldım ben. Çok tanıdığım bir soru bu..
Sevgiler..