Ben bu sefer dilimi
tutamadım diye, sen sözünü tut yine. Sen
sus; ben fark etmeden koca bir yudum kaynar çayı yuttuktan sonra kavrulan
boğazımıza aldırmadan çay içmeye devam eden inayetimizden bahsedeyim. İnsanın
ikinci kez böyle yanıklarla yüzleşmeyeceğini, kavanozla limon suyu biriktiren
kendime atfedeyim.
Sebatım ses, söz
geçirmesin. Unutmam, yok saymışımdır; yine
de bil isteyim. Yalan söylemekten çekineyim; yalandan söylenmekten çekinmeyim.
“Diplomatik” dürüstlüğümün altını çizeyim.
Derisi yüzülmüş bir
hayvanı okşamanın ona acı vereceği özdeyişini, gururu kırılmış insanların gururlarının
okşanmayacağı minvalinde uyarlayıp sana nasihat vereyim. Saldırmazsalar eğer
artlarına bakmadan giderler ya; gideyim…
Gururu camdan imal etmişken, engelleyici
bilinç katmanına çelik halat döşeyen ego işletmesine tüküreyim.
Fransızcanın “fon”-etiğini
güzel buluyorum diye eski ders kitaplarımın içine otoportretik karalamalar
yapmayı sürdüreyim ama hiç aynaya bakmayım.
Hem senin işletmenin
yıllık FOB değeri kaç, seni aynasız ego?
FOB: (Free On Board) Tedarikçi
işletmenin malzemeyi nakliye yapılacağı geminin güvertesine taşıyana kadar olan
sorumluluğunu içerir. Malzeme gemi güvertesine taşındıktan sonraki sorumluluk
ise müşteriye aittir.
Ego hissi ticaret için güvenilir bir müessese değildir.
Ne diyordum?
Kimse de çıkıp demedi ki bana: Kadın, dört senedir aynı şeyleri geveliyorsun burada… Bir susmalar, bir konuşmamalar…
Her neyse... Öyle işte... Sen o sözü hep tut.
Charles Bukowski'yi sevmeyenlerin Bukowski şarkısıyla, tekrar veda ediyorum sana.
Yorumlar