Geçtiğimiz çarşamba günü
katıldığım bir panelin kahve arasının yapıldığı terasta limon ağaçları gördüm.
Beni tanıyanlar limonlara olan tutkumun bağımlılık yapıcı maddelere
meyletmekten hallice olduğunu bilirler. Hele ki o limon kalın kabuklu ve
iriceyse...
Hayran hevesli ağaçlara bakarken
dallarında tek bir Limon taşıyan kurumlu bir ağaçla göz göze geldim. O Limon
tek başına, en heybetli, en sarı… O kocaman Limon nasıl güzel, ne alımlı bir Limon…
Yüzlerce kişinin arasında etrafı
kolaçan edip, siper alarak Limon’u araklayıp çantama atmayı başardım. Panelin
sonuna kadar aklım başımda oturmadı; kalktı kalktı Limon’a gitti. Panel çıkışı
yolculuk eve değil de başka bir şehre olunca malum kavuşma için epeyce geç bir
saate kadar beklemem gerekti. Utanmasa yarım kilo edecek cüssesini ağırlıktan
yırtılan çantamda oraya buraya gezdirmek de canıma yetti.
En sevdiğim gibi kalın kabuklu, bol
sulu, o kocaman limon…
Bu hikâyenin kıssadan hissesinin
insanların kendilerini severken öldürmeleriyle bir alakası yoktur.
Açık bir havada pırıltılar saçmak
yerine kör projeksiyon ışığı misyonu üstlenen kişinin cinayete azmettiriciliği
ona bakanı kör etmesiyle doğrudan ilişkilidir. Muhteşem ışıltılarını fark
etmedikleri için diğerlerini suçlamakta bahis görmezler üstelik. Kör ışıkta kör
olanın cezai ehliyeti sorulmaz ama sorarlar.
Limon hikâyesine gelince:
Limon'un tadı bir acı çıktı ki... Sorma gitsin.
Bu güfte ve limoni renkli klibi benden Limon için geliyor...Fotoğraftaki benim, tamam... Peki klibin 2:33'üncü dakikasındaki beni tanıyabilecek misin?
Yorumlar