- X kişisi şiddet
içermeyen bir tepkiyi anlamakta güçlük çekiyordu. Fikirlerine katılmadığım
halde ona “şiddetle” karşı çıkmadığım için onları onaylandığımı sanıyordu.
Anlamanın sükûnet gerektirdiği konusunda hemfikirdik ama o anlaması gereken her
defa gürültü ve ışıklı uyaranlar istiyordu. Bense kurşun kalemle çizilip
silinmiş bir çizgiye dönüşmeyi seçiyordum.
- Y kişisine asla beni
yanlış anladığını söylemedim. Hep yanlış anlatanın ben olduğuma dem vurdum. Beni
yanlış anladığını söylediğimde kendini haklı buluyor ve
anlattıklarımı anlamaya çalışmıyordu. Ben yanlış anlattım, dediğimde yine
kendini haklı buldu ama neyi yanlış anlattığımı yakalamak için beni anlamaya
çalıştı. İkimiz de haklılığımızdan feragat etmedik. Oysa iki kişi arasındaki
konuşmaya bahşedilmiş hiçbir “haklılık” söz konusu değildir.
- Z kişisine onu
anlamadığımı söylediğim her defasında aynı şeyi bana aynı şekilde tekrar tekrar
anlatmaya girişti. Daha anlaşılır yeni bir yol bulmayı hiç denemedi. Aynı biçimde tekrar anlatmanın ancak ezber ve telkin
konusunda faydalı olabileceğini ona söylemedim. İlkokuldayken öğretmen konuyu anlayıp anlamadığımızı sorduğunda hiç sesim çıkmazdı, dedim. Bak şimdi, diyerek devam etti. Baktım.
- Q kişisi insanların
sınırlarını kestiremediğini söyledi. Biriyle ilgilenmek istediği zaman parlak
ışıklar gözünü kör ediyor ve nereye kadar gitmesi gerektiğini bilmiyordu.
Adımlarını saymasını önerdim. Ne de olsa insana dair bütün sınırlar aşağı
yukarı aynı yerden başlardı. Bu sefer de
kaç adım sayması gerektiğini sordu. Aynaya bakarak kendimize doğru
yürüdük; o aynaya çarpana kadar da durmadık.
Yorumlar