2000’li yılların başlarından beri
ülkemizde ve dünyada gittikçe büyüyen Güney Kore menşeli ekran yapımları
furyası, Özcan Deniz’in yönetmenliğindeki uyarlama sinema filmi “Evim Sensin”le
tekrar dikkat çekiyor. Güney Kore’nin Yeşilçam melodramlarını andıran naif
yapımlarına ekran sektörünün perde arkasında görülen intiharlar ise gölge
düşürüyor.
Sinema ve televizyon sektörünün
kralı Amerika’nın özellikle konu sıkıntısına düştüğü anda Asya ülkelerinin
yapımlarından faydalandıkları bilinen bir gerçek... Amerikalı ünlü yönetmen Martin
Scorsese’ye 2007 yılında en iyi yönetmen Oscar’ını kucaklatan “Köstebek” (The
Departed), Uzak Doğu’nun God Father’ı olarak nitelendirilen bir üçleme; Çin
yapımı “Kirli İşler”den (Mou Gaan Dou) uyarlama… 2002 yılında korku filmleri
türünde tarzıyla yeni bir çığır açan “Halka” (The Ring) önemli bir Japon
Edebiyatı ve Sineması adaptasyonu. 2008 yılının gişe rekortmeni, romantik
komedi “Hırçın Sevgilim” (My Sassy Girl) yine Amerikalıların Güney Kore sinemasından
uyarladıkları başka bir başarılı örnek. Ancak 2000’li yıllardan itibaren yapılan
uyarlamalarla Güney Kore’nin bu konuda diğer Asyalı rakiplerine fark attığı
görülüyor.
Uzakdoğu Sineması’nı uyarlama
açısından verimli bulan tek ülke Amerika değil. Özcan Deniz; senaristliğini,
yönetmenliğini ve başrolünü üstlendiği, 2 Kasım 2012’de gösterime giren filmi “Evim
Sensin”i, 2004 yapımı bir Güney Kore filmi olan “Hatırlanacak Bir Anı”dan (A
Moment to Remember) uyarladığını ifade ediyor.
Ülkemizde Güney Kore yapımı sinema
filmlerini ve televizyon dizilerini Amerikalı halefleriyle yarıştıracak kadar
hatırı sayılır bir takipçi kitlesi var.
90’lı yıllarda baş gösteren
Brezilya dizileri furyasını yerini Kore dizilerine bırakmış durumda. Hâlâ
TRT’de gösterilmekte olan tarihi temalı Güney Kore yapımı dizi filmlerin
ülkemizde çekilen değme dizilere reyting açısından epey fark attığı gözlemleniyor.
4 yıldır TRT’de, “Saraydaki Mücevher, Denizler İmparatoru, Düşlerimin Prensi,
Sarayın Rüzgârı, Muhteşem Kraliçe” gibi isimlerle yayınlanan saray temalı, tarihi
Güney Kore dizilerinin tekrarları bile defalarca izleniyor.
Geçtiğimiz Haziran ayında TRT’yi
ziyaret eden Güney Kore’nin kamu televizyonu KBS’nin yetkilileri, yapımlarının
Türkiye’de gördüğü ilgiden hoşnut olduklarını dile getiriyorlar. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, TRT’nin Güney Kore
dizilerini satın almasında başlıca etkenin, Güney Kore’nin Türkiye ile
benzerlik gösteren kültür özellikleri olduğunu söylüyor. Türkiye’nin Güney
Kore’yle tarihten gelen kardeşlik bağına vurgu yapan Şahin, televizyon dizilerinin kültürel temasta önem
taşıdığının altını çiziyor.
Güney Kore’nin dizi yapımlarına
gösterdiğimiz ilgi son yıllarda aynı şekilde karşılık buluyor. Güney Korelilerin
bu yıl 7.sini düzenledikleri “Uluslararası Seul Drama Ödülleri”nde ilk defa bir
Türk yapımı dizi film de yer aldı. Başrollerini Kenan İmirzalıoğlu, Cansu Dere,
Barış Falay, Tuncel Kurtiz, Haluk Bilginer ve Yiğit Özşener, gibi isimlerin
paylaştığı “Ezel” En İyi Yabancı Drama Ödülü’ne layık görüldü. Beren Saat “Fatmagül'ün
Suçu Ne?” isimli dizideki rolüyle yarışmada En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne aday
olurken Kenan İmirzalıoğlu’da “Ezel”deki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu
kategorisine aday oldu.
Türkiye’de, televizyonda
gösterilmeyen Güney Kore dizilerinin ve sinema filmlerinin takibi için açılmış
yüzlerce internet sitesi ve Güney Koreli oyuncular için kurulan bir o kadar da
hayran kulübüne ulaşmak mümkün. Elbette ki bu dizilerin bu kadar hayran kitlesi
edinmesinde tek etken Güney Kore’yle kurduğumuz tarihsel gönül bağı değil. Peki,
bu yapımlar neden bu kadar çok seviliyor?
Beyazperde her yerde aynı kaderi
paylaşsa da TV için yapılan dizi filmlerin nasip seyri her ülkenin yayın
politikasına göre farklılık gösteriyor. Örneğin Güney Koreli yapımcılar TV
dizilerini reyting canavarına karşı mağdur etmiyorlar. Bir dizi film her biri
birer saatlik, ortalama 16-24 bölüm uzunluğunda çekiliyor. Yapımcılar istisnalar
dışında diziyi uzatmıyor ya da ikinci bir sezonu çekmeye kalkışmıyorlar. Haliyle
seyirci reyting kaygıları uğruna son bulan ya da uzadıkça yılan hikâyesine
dönen TV dizilerine maruz kalmıyor.
Güney Koreli yapımların tür
kategorilerine sadakati de ayrı bir özellik.
Her biri türünün gerekliliklerini sonuna kadar karşılıyor. Melodramlar, saray entrikaları, su katılmamış
aksiyonlar, romantik komediler konu çerçevelerinin dışına çıkmamaya özen
gösteriyorlar. Güney Koreli yapımcılar tek bir seyirlikte her türlü alternatifi
sunmamaya dikkat ederek seyirciye tercih hakkı bırakmayı önemsiyorlar.
Türk geleneklerine benzer bir
kültür taşıyan Güney Korelilerin yapımlarında aşk ilişkileri muhafazakâr bir
çerçeve içinde yansıtılıyor. Masalsı aşklar, iyilerin çok iyi, kötülerin çok
kötü olduğu ve her halükarda kötülerin mağlup geldiği öyküler kültürümüze
hitabetini Yeşilçam öykülerine benzerliğindeki naifliğinden alıyor.
Genelde mutlu hikâyelere, melodramlara
ev sahipliği yapan ve bize çekici yaşam manzaraları sunan Güney Kore’de vaziyet
ne yazık ki ekran önündeki gibi değil. İntihar oranlarının en yüksek olduğu
ülkelerden biri de Güney Kore. Özellikle dizi ve sinema camiasının ünlülerinde
intihar vakalarına çok sık rastlanıyor.
Sektörün tüm dünyada adını iyice
duyurduğu 2000’li yıllarda, Güney Kore’nin intihar vakaları ile gündeme gelen
genç oyuncularının sayısındaki artış kafaları karıştırıyor.
2007 yılında, 33 yaşındayken
kendini boğarak öldüren aktör Park Yong Ha, yine aynı yılda evinde ölü bulunan
27 yaşındaki aktris Jung Da Bin ve geçtiğimiz Haziran ayında 25 yaşındayken
hayatını kaybeden aktris Jung Ah Yool’un intiharlarının ardında televizyon
camiasının yarattığı depresyonlar gösteriliyor. 2009 yılında, 26 yaşında
intihar eden Jang-Ja Yeon’un yedi sayfalık veda mektubu da bunu doğrular
nitelikte bulunmuştu. Genç aktris mektubunda; menajerinin kendisini seks kölesi
olarak kullandığını, dizilerde rol alabilmesi için medya yöneticileri ve iş
adamlarıyla birlikte olmaya zorladığını, iddia etmişti. Genç yaşta intihar etmeyi seçen birçok Güney
Koreli oyuncunun yakınları gösteri camiasının onları ittiği bunalımı doğrular nitelikte
açıklamalar yapmayı sürdürüyorlar.
Yeşilçam’ın masum naifliği bizim
için ilgi bağlamında geçerliliğini koruyan ancak dünyadaki birçok seyirci için
nostaljik bir ekran kültürü. Bu yüzden
Güney Kore’nin TV ve beyazperde çalışmalarının nostaljiyi özleyen dünyada
olduğu kadar, ülkemizde de gittikçe artan bir ilgiyle karşılanacağı açık; çünkü
artık seyirci saflığı kitleler için kurgulanan hayal ürünlerinde arıyor. Güney
Kore’nin sinema ve TV sektörü kendi içinde aynı saflığı taşıyamasa da ekran ürünlerinde
bu ihtiyacı başarıyla karşılamaya devam edecek gibi görünüyor.
Yorumlar
soru formatında olduğuna bakma, görüşlerini bekliyorum.