Hayali Edebiyat Kadınları

"Susuzluktan kurumuş ağaçlara benzer için bazen; tepeden köke doğru sararan, esnekliğini günden güne kaybeden, bu haliyle o eski güzelliğini, canlılığını ve hayata bağlılığını yitiren cılız bir ağaç gibi henüz hayattayken çürüdüğünü hissedersin.
Susuzluktan kurumuş ağaçlara benzer için bazen; kendine baktığında mutluluğa dair hiç bir emare göremediğinden olsa gerek, başkalarının mutluluğunu kendine mal edersin; farklı bir zamanda ilgini bile çekmeyecek başkasının yüzünden şöyle bir gelip geçiverdiğinde senin gözünde daha dolgun, daha geniş hale gelir; kendine mal ettiğin mutluluğu da abartırsın.
Susuzluktan kurumuş ağaçlara benzer için bazen; başkalarını dinlersin her zamankinden daha çok; en çok da kendi hissizliğin nedeniyle geçmiş zamanlarına oranla artık fazlasıyla duyarlısındır, sana ait olmayan tüm o seslerdeki önemsiz dalgalanmaları, kelimelerin üzerine rastgele kondurulmuş gibi dursa da aslında hiç de rastgele olmadığını ancak kavrayabildiğin vurguları; bu vurguların yansıttığı gizli gerçekleri ya da yalanları her zamankinden daha açık bir şekilde, adeta ruhunla algılarsın.
Geleceğin hakkında hiçbir fikrin yoktur; içinden herhangi bir fikir yürütmek de geçmez zaten; öylece durmuş, öylece seyre dalmışsındır olup bitenleri… Kendine yardım edemediğin, hatta bunca zaman sonra buna kalkışmayı bile deneyecek cesaretin kalmadığı için hayatın genel akışıyla ilgili gerçekleştirebildiğin tek şey, başkalarına yardım etmek olmuştur.
An’ı seyretmeyi tercih etsen de, cesaretini toplayıp onun içine karışmaya kalksan da, hayat senin hayatındır aslında ama sen, bunu tamamen unutmuş ve dahası sanki bunu hiç algılamamış gibi hayatını başkalarının varlıklarıyla ve onlara bağlamaya devam edersin.
Oysa bilir içinde bir yanın, insanın hayatı başkalarından oluşmaz; insan başkalarını kendi varlığı üzerine inşa eder.
Ancak kendinden, kendi varlık durumundan vazgeçtiysen, hayatını başkalarından oluşturmak için çaba sarf eder ve sonunda bunu olağan bir hal olarak görürsün... "

(Pelin Özgür’ün K Dergisi 116. sayıdan “Manisfield Park’ta Bir Oyun” başlıklı yazısından alıntıdır.)


Pelin Özgür’ün Jane Austen’in Manisfield Park isimli romanıyla ilgili bu yazısında bizlerin, özellikle biz bayanların bulacağı çok şey var aslında. Bütün edebiyat kadınlarının, biz edebiyatseverlerin, en çok da insanın kendisinin içinden geçiveren bu yazı için Özgür’e teşekkür ediyorum.
Andre Gide’in Dar Kapı’sının Alissa’sı, Jane Austen’in Manisfield Park’ının Fanny’si, Zülfü Livaneli’nin Mutluluk’unun Meryem’i, Truman Capote’un Tiffany’de Kahvaltı’sının Holly’si ve daha onlarca hayali edebiyat kadını aklımdan geçip gidiverirken gerçekliklerin, gerçekliklerin yansımaları hayal dünyalarının, dünyanın yanılsamalarıyla dolu hayatların hep aynı acılar içinde kıvrandığını düşündüm.
Yüzyıllar, coğrafyalar, cinsiyetler, ırklar, inanışlar farklı olsa dahi insana ait her ruh kurumuş ağaçlara benziyor bazen.
Sessizce manzaraları seyretmekle yetiniyoruz çoğu zaman kurumuş dallarımızın gözlerinden.
Kalabalık ve gürültülü manzaralar içinde yalnızlıktan bunaldığımız zaman da bu kırgın edebiyat kadınlarına sarılıyoruz. Defalarca okuyor, okuyor, okuyor kırgın ruhlarımızı onların yanında bitiriveriyoruz kaçarcasına.
Başkalarının dallarıyla paylaşacağımız bir yudum su için yüzlerimizi gömdüğümüz kitaplarda, aslında kendimizi arıyoruz.
İyi ki varsınız…

Yorumlar