1918 yılının ortalarında, Bolşeviklerin çarlık Rusya’sının son hanedanı Romanovları Ekaterinburg’da bir evde kurşuna dizlemeleriyle başladı bütün hikâye. Çar 2. Nikolay, eşi, kızları Olga, Tatiana, Maria, Anastasia, oğulları Alexei ve yanlarında çalışan dört kişi Bolşevik ihtilalinin lideri Lenin’in emriyle Yekterinburg’daki bir evin bodrumunda kurşuna dizilerek katledildi. Ancak evde bulunan cesetler arasında kayıp iki kişi vardı. Bunlardan biri çarın oğlu Alexei, ikincisi de bir türlü teşhis edilemeyen iki kız kardeşten birine; Maria veya Anastasia’ya aitti.
O yıllarda çarın en küçük kızı Anastasia’nın kayıp olduğuna duyulan inanç, gizemli bir hikâyenin hayal mahsullerini de beraberinde getirdi. Rivayetlere göre Romanovları öldürmekle görevli infazcılardan biri küçük prensese acımış ve onu yurt dışına kaçırmıştı.
300 yıl hüküm süren büyük hanedanlığın destansı hikâyesi son üyelerinin de katledilmesiyle nihayet bulsa da yankılarını hep sürdürdü. Ailenin katledildiği ev yıllarca ziyaretçi akınına uğradı. Sovyet hükümeti Romanovlarla ilgili her türlü bilginin araştırılması ve konuşulmasını yasaklamış, hanedanlığın ihtişamlı servetine el koymuştu. Ama fısıltı gazetesine engel olamadı. En sonunda 1977 yılında Yekterinburg’daki evin yıkılmasına karar verdi.
1920’de kendini Berlin’deki bir su kanalına atarak intihar eden, ardından da kurtarılarak akıl hastanesine yatırılan Anna Anderson isimli bir kadının çarın en küçük kızı Anastasia olduğunu iddia etmesi üzerine bütün gözler tekrar bu hikâyeye çevrildi. Hikâyenin ünü böylece Rusya sınırlarının dışına çıktı. Herkes Anna Anderson’un küçük prenses olduğuna inanmak istiyordu. Fakat Anna Anderson’un Romanov hanedanlığının paha biçilmez servetinden payına düşeni almak için neredeyse 32 yıl süren mücadelesi sonuçsuz kaldı. O yıllarda Anderson’un Anastasia olduğuna neredeyse bütün dünya inanmak üzereydi. Daha sonra yapılan DNA araştırmalarında Anderson’un Polonyalı işçi bir ailenin kızı olduğu kanıtlansa da Anderson’un muazzam yabancı dil bilgisi ve hanedanlığı neredeyse küçük düşes kadar iyi tanıması herkesi hayrete düşürdü. Hatta hanedanlığın uzaktan akrabaları Anderson’un Anastasia olduğuna çoktan inanmış, onu evlerinde misafir etmeye başlamışlardı bile. Sadece Romanov hanedanlığına en yakın, yaşayan tek üye, grandüşesin büyük büyük annesi bu iddiaları hep yalanladı. Daha sonraları Anderson’un iddialarının Romanovların uçsuz bucaksız mirasını korumak için örtbas edildiği söylendiyse de bu hikâye günümüze kadar hala bir sonuca ulaşamadı. Ancak Anderson ölüm döşeğinde bile Anastasia olduğunu iddia etmeyi sürdürdü.
Günümüzde hala Romanov hanedanlığının varlığını yaşattığına dair iddialar var. Öyle ki 1977 yılında bilinmeyen bir kan hastalığından dolayı Kanada’da ölen Aleksei Heino Tammet-Romanov isimli bir adamın eşinin 1993 Nisanı’nda, kocasının iki dişini Romanov hanedanın soyunu sürdüren araştırmacılara göndermesi üzerine bu olay tekrar gündeme geldi. Çarın küçük oğlu da yaşadığı dönemde bu tür bir hastalık taşıyordu. Milyonlarca Rus, bu kişinin, cesedi bulunamayan Çar’ın oğlu olduğuna inandı, hala da inanıyor. Sandra Romanov sürdürülen araştırmalardan hala bir sonuç bekliyor. Tammet-Romanov’un iki oğlu ve torunları Kanada’da yaşamlarını sürdürüyorlar. Eğer Vancouver mezarlığında yatan, gerçekten Çar’ın oğlu Çareviç Aleksei Nikolaevna ise, Romanovların soyu sürüyor demektir.
Elbette bu hikâyenin masalsı gizemi tarihler boyu herkesi cezbetti. Sayısız edebiyat eserine ve sinema filmine konu olan hikâyeye ait en kayda değer çalışma şüphesiz 1956 yılında Rus yönetmen Anatole Litvak’ın çektiği “Anastasia” isimli klasik sinema filmi oldu. Yull Brynner’ın General Bounine rolüyle Ingrid Bergman’a eşlik ettiği film büyük başarı kazandı. Ingrid Bergman’ın en iyi kadın oyuncu Oscar akademi ödülünü kucakladığı film Rus aktör Yull Brynner'ın da ününe ün katmıştı. Film sokakta intihar etmek üzere bulunan Anna Koreff isimli bir kadının hanedanlığın eski generali Bonine tarafından bulunup Anastasia Romanov’a dönüştürülmesini anlatıyordu. Anastasia’nın büyük büyük annesini Anastasia olması muhtemel bir kadının varlığına inandırıp servette pay sahibi olmak isteyen Bounine’in Anna’ya âşık olup amacının dışına çıktığı hikâye tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi Anna Koreff’in gerçek Anastasia mı yoksa sıradan biri mi olduğuna dair şüpheler bırakıyordu. Ancak her melodramın sonunda olduğu gibi Bounine düşesle mutluluğu yakalıyor ve grandüşes Maria Fyodorovna’ya torununu gerçekten bulduğuna inandırmayı başarıyordu.
Anastasia 1997 yılında Walt Disney’in meşhur prensesleri arasında da yerini almayı başardı. İki boyutlu bir müzikal animasyon olan filmde başrolleri Anastasia’yı seslendiren Amerikalı aktris Meg Ryan ve Dimitri’yi seslendiren John Cusack paylaşıyorlardı. Saint Petersburg sarayında düzenlenen bir balo sırasında kötü bir büyücü olarak betimlenen ünlü Rasputin’in azizliğine uğrayarak katledilen aileden kalan tek kişinin, yani Anya’nın yıllar sonra yetimhaneden ayrılıp ailesini aramaya çalışmasıyla başlayan öykü küçük değişikliklerle birlikte Anatole Litvak’ın çalışmasına benzer şekilde son buluyordu. Bu defasında öldüğüne inanılan prenses sahte kimlik satıcısı ve sarayın eski hizmetlilerinden birinin oğlu olan Dimitri’nin grandüşese torununu bulduğuna inandırmak için yaptıklarını konu alıyordu. Müzikal anlamda çok başarılı bulunan film Disney klasikleri arasında yerini alırken birçok çocuğun da kalbini fethetti.
Anastasia’nın hikâyesi 1986 yılında hayli ilgi gören bir televizyon filmine, 1993 yılında da bir televizyon dizisine konu oldu. Amy Irving’in başrolünü oynadığı “Anna’nın Gizemi” isimli televizyon filmi başarısıyla iki Golden Globe ödülü kazandı. Filmin ilgi görmesinin en büyük sebeplerinden biri de Anna Anderson’un resmi vasiliğine dair araştırmaların henüz sonuçlanmamış olmasıydı.
Daha birçok görsel şölene ilham veren öykünün en bilinen çalışmaları bunlardı.
İş edebiyat alanına gelince çalışmalar farklı bir boyut kazandı. Aileye ait çok fazla belge ve fotoğrafın bulunması belgesel ve araştırma nitelikli yazın çalışmalarının öncelik kazanmasını sağladı. Piyasaya hanedanlığı anlatan onlarca kitap sürüldü.
Bunların arasında en cezbedici olanı ise tahmin edildiği üzere bilinenden çok bilinmek isteneni anlatan biyografi romanı Prenses Anastasia oldu. Ülkemizde İnkılâp yayınlarından çıkan kitap Amerikalı bestseller yazarı Colin Falconer’in yine çok satan bir eseriydi. Hikâyeye ait derleme belgeler ve fotoğraflarla yarı kurgusal bir çalışmaya imza atan yazar birçokları gibi hikâyenin gerçek akıbetinden haberdar olamadı.
Kayıp bir çocuk cesedinin ihtişamlı bir geçmişe, bir devrime ve muazzam bir servete tanık olan bir prensese ait olduğu düşünülürse bu öykünün nihayeti, gerçeklere rağmen masalsılığını daima koruyacak görünüyor. Gizemin cazibesini hiç kaybetmediği ve her daim fısıltılarla süslü olduğu düşünülürse bizlere her masalda olduğu gibi kulağımıza çalınan melodilere inanmak kalıyor.
- http://en.wikipedia.org/wiki/Grand_Duchess_Anastasia_Nikolaevna_of_Russia
(Özkaymak Yıllar ve Yollar Yaşam ve Kültür Dergisi - Haziran 2009 – 3. Sayı'da "Film Gibi Hayatlar: Romanov Hanedanının Gizemli Güzeli" isimli başlıkla yayınlanmıştır.)
Yorumlar
http://cemologyonuncukoy1.blogspot.com/2009/02/2009-blog-odulleri.html
Bu yazının daha detaylısını başka bir yerde yazdım. Doğruluğu ispatlanmamış bir sürü bilgi var. Açıkçası blgilerin gerçekliğinden ziyade hikayenin bu şekli alması ilgimi çekiyor. Okuduğun kitabın yazarı da bir derlemeci. Tuhaflık konusunda sen de haklısın tabi.
Benim işler tıkırında derken maddi anlamda anlamasın kimsecikler. Sitelerimin popülerliği devam ediyor. Açık söylemek gerekirse senin bloğunda bana kitap etkisi yaratıyor.
Kısacası yazmaya devam İrem.