Neyin var?


Anlatsana…

Liseden sonra okumuş saymıyorum kendimi. Lisenin ‘bulmaya’ yönelik beklentileriyle her gittiğim okulda yeni bir şey bulacağımı sanmamla okula gitmeye dair bir kısır döngüye girişim… Her defasında yeni bir şey bulmam gerektiğini anlayıp yeni bir şey bulmaya dair diğerine benzer bir yola çıkmama dair bir kısır döngüye girişim… 

İnsanın ‘bulmaya’ dair seçebileceği pek az yol vardır. İnançtan doğru bir yolla gidişi, hazdan doğru bir yolla gidişi ve öğrenmekten doğru bir yolla gidişi… İnsan olmanın zorunlu seçmeli gidişi… Öğretilenin kapısından çıkıp gidişi… Her zaman en iyi bildiği yoldan gittiğini sanır oysa mutlaka ki alıştığı yoldan gidiyordur.

Aramaktan kelli de bir gayesi yoktur, olmamalıdır. Bulduğu zaman zaten ölesidir o insan. O yüzden mor gazozun renginden ziyadesine inanmıyorum.

Pişman olduğum şeyleri tekrar tekrar yapmaya meyilliyim, meyilliyiz.  Bu da bir tür ego tatmini olsa gerek. Aradığının vardığın yolda olmadığını göstermek, gösteriş budalalığından başkası değil oysa. Ama bu gösteriş aramaya olan hazdan yönelik inanca doğru insanı pekiştirir ölmesin diye… Gösteriş sesli de sessiz de izinli de izinsiz de olsa gereklidir. Zorunlu seçmeli gereklilik… Göstermemenin, gösterinin ve gösterişin kaçarı yoktur, gizlisi yoktur, gereksizi çoktur ama yoktur.

Aramaya olan inancı aramayı aramak da bir tür pekiştirici olmalı. İnsan bunu da bilmemeli.

Bazen bir felakete katlanmak insanın kendisine katlanmasından daha kolaydır.

Günlerdir neyin var senin diye soruşunuzdan… Vallahi de billahi de tallahi de bir şeyim yok. Öyle bir şeyim yok ki, bir vazgeçişin daha zorunlu seçmesinin hayal kırıklığını nasıl anlatayım. Öyle bir şey değildir ki bu, o yüzden benim hiçbir şeyim yoktur. 

Püskeviti komik bulmayanlar faşisttir, diyen ‘bazıları’, asıl püskeviti komik bularak örgütlenen ‘siz bazılarının’ yaratmaya çalıştığı sosyal ağ ırkı faşistlik gösterisidir. Sosyal mesaj kaygısından ironinin dibine vurdum o oldu, yapılacak bir şey yok. Komik bulunmasına bir şey demiyorum, demiyorum oldu, o oldu, bu oldu. 

İlk defa bir şeyi çok isteyip istediği şeyin istediği şey olmadığını yeni tecrübe edenim. İstemediği bir şeyin içinde iken istediği şeye ulaşma hayalinde olan insandan daha az mutsuz değilim. Yapılacak bir şey yok. Memnuniyetsizim, alınganım, imaj kaygılıyım. Her dediğini götünden tutturan, her dediği götünden tutulan… Hayırlı uğurlu olsun.

Ne Kolombiyalı kahve çekirdekleri, ne kırmızı balonlar, ne Kieslowski filmleri…

Hiçbir şey ironinin gösterişli çıkmazı kadar değil… 

Kamuoyu yoklamalarımı deşifre etmemek amacıyla bunca zaman yalancı sessizliğimden mütevellit öğrenin: Tırnakları pembenin en iğrenç tonuna boyalı beyaz gömlekli kadın ben bizzat kendimdim ve gayet de üstüme gidildi, gidilirdi. Hoşuma gitti ama öfkelenmek değil…

Mütevellit demeyi de çok severim.

Günün tamamını “Emmenez-moi!” dinleyerek geçirdim. Bir şeyi parçalarına ayrıştırmama ve uçlarını bulmama tanıklık ederek geçirdim. Bir daha günü geçirmemeli… 

İnsan siyaha boyadıysa eğer güne tırnaklarını geçirmeli.

Yaşamasın ölsün, varolmanın dayanılmaz hafifliği…

Düşündüğümü söyleyemiyorum, demek ki düşünmüyorum… Yedibuçuk yedi ve buçuk olunca üçe bölemiyorum. Ama parçalara ayrıştırmadan duramıyorum.

Kendiyleençelişenkendimiçinben için Bendenbenkim’den geliyor. Her daim gülümsemem isteniyor, sırıtmaktan hiç vazgeçmiyorum.

Yine işe yarım gün geç kalıyorum.

Yorumlar