
Öğrenciyken kitaplarımı nasıl okumam gerektiğiyle ilgili bir sınıflandırma yapardım. Şehir içi yolculuklarda okunacak, ders aralarında okunacak ve özel ortam yaratılıp okunacak kitaplarım hep ayrıydı. Böylece aynı anda üç kitap okuma becerisini edinebilmiştim. Şehir içi yolculuklarda kafa yormayı gerektirmeyecek, okunması kolay kitaplar, ders aralarında klasikler, evde özel vakit ayırarak okumam gerekenleri ise felsefi içeriği ağır basanlardan seçerdim. Daha doğrusu bu şekilde seçmeye çalışırdım.
Ama öğrenci olmanın çoğu zaman bunaltıcı bulduğumuz sorumluluklarından uzaklaşıp, boğucu yaşam sorumluluklarına atılınca sadece bir kitap okumak için bile zor vakit ayırır oldum ve haliyle daha seçici olmaya başladım. Tabiri caizse her telden çalabildiğim o günleri çok özlüyorum. Eskiden bir kitapçıya girdiğimde alacak bir sürü kitap bulurken, şimdisinde saatlerce düşünüyorum.
Hayatımda şu sıralar en çok eksikliğini hissettiğim şeyin kitap okuma alışkanlığımın değişmesi ne yazık. Kitaplarını asla ödünç vermeyecek kadar kıskanan biriyken dönüştüğüm kendimden pek haz etmiyorum. Umarım yakın gelecekte bir satır okuyacak fırsat yaratamayan, daha doğrusu bir satırı anlamak için defalarca okumak zorunda kalan biri olmam.
Teselliye ihtiyaçtan yaptığım bir paylaşım bu sanırım. İnsan elbette ki zaman yaratır, ama asıl korktuğum en acısı: İnsanın yarattığı zamanı değerlendiremeyecek kadar kendini kaybetmiş olması.
Yorumlar
ve aynı kaderi paylaşmanın hüznü yaşanıyor şuan bu okuyucuda